12 Ocak 2008 Cumartesi

Çay koliz

İngiltere’den sonra geliyor Halkın yüzde 59’u çayı şekerle içiyor.Gelecek yıllarda Türkiye’de çay tüketiminin daha da artacağı ifade ediliyor. Türkiye’de nüfusun yüzde 90’ı, günde en az bir kere çay içiyor. Kişi başına tüketimde Türkiye İngiltere’den sonra dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Türk insanı için çayın günlük hayatta önemli bir yeri var. . Çay tüketiminin yüzde 65’i evde, yüzde 13’ü işte, yüzde 11’i misafirlikte, yüzde 5’i kafede, yüzde 4’ü kıraathanelerde, yüzde 2’si ise okulda yapılıyor. Türkiye kişi başına yıllık çay tüketiminde 2.3 kiloyla dünyada üçüncü sırada yer alıyor. Halkın yüzde 90’ı, günde en az bir kere çay içiyor. Türkiye Odalar ve Borsalar Birliği’nin (TOBB) aylık yayın organı Ekonomik Forum’da yer alan araştırmaya göre Türk insanı için çay, günlük hayatın vazgeçilmezleri arasında yer alıyorKişi başına tüketimde İrlanda 3.2 kiloyla ilk sırada bulunuyor. Özel harman yaparak içeceği çayı kendisi hazırlayanlar, toplamda yüzde 33’lük paya sahip bulunuyor İrlanda’nın ardından 2.6 kiloluk tüketimle İngiltere geliyor

Çayın kıymeti

Çayın yararları Washington da ABD Tarım Bakanlığı, Amerikan Kanser Vakfı ve Çay Konseyi nin ortaklaşa düzenlediği bir toplantıda ele alındıSonuçta çay içenlerde kötü kolesterolün üç haftada yüzde 10 oranında düştüğü belirlendi. . Tarım Bakanlığı ndan yetkililerin sunduğu araştırmaya göre çay kolesterolü düşürerek kalp hastalıkları riskini azaltıyor.Çay çok yakında insana en yararlı gıdalardan biri olarak kabul edilecek gibi görünüyor. ABD li bilim adamlarına göre, çayın kanser, kalp hastalıkları ve Parkinson a karşı koruyucu özellikleri bulunuyorMaryland teki Beltville İnsan Beslenmesi Araştırma Merkezi nde yapılan bir araştırmada bir gruba çay, diğerine ise renkli su verildi. Uzmanlar, çayda bulunan antioksidanların güneş ışığı, kimyasallar, stres ve birçok gıdanın hücrelerde yol açtığı hasarı tamir ettiğini belirttiler.

Dişlere çay faydalı

Aynı zamanda gıda artıklarının dişin üzerine yapışmasına sebep olan bakteriyel enzim glukosiltransferaz’ın etkisini yavaşlatıp, ağız hijyeninin korunması kolaylaştırıyor. Daha önce yeşil çayın sağlığımız üzerine etkileriyle ilgili pek çok araştırma yapılmış fakat ülkemizde de bolca tüketilen siyah çay ile ilgili dikkat çekici araştırmalara pek rastlanamamıştı.. Bu araştırma; siyah çayın içindeki bileşenlerin diş üzerindeki gıda artıklarında asit üretimini ve bakterilerin çoğalmasını yavaşlattıklarını gösterdi. Çayın içinde bulunan flor da doğal bir diş koruyucusu olarak etki gösteriyor. İsveçli araştırmacılar ise bu sonuçlara dayanarak gargara olarak bile çay kullanılabileceğini kanıtladılar.Çaya bir destek daha; içmiyorsanız bile gargara yapın. Floridalı mikrobiyolog Dr. Christina Wo’nun yaptığı bir araştırmaya göre çay ağız hijyenini bozan zararlı bakterilerle savaşarak dişeti hastalıkları ve çürüğün oluşumunu azaltıyor

zeneliği geçirmek için caya limon sıkın

Ancak, çay suyunun ortalama sıcaklığı 25 derece civarındadır. Üstelik bir bardak çayın tüketimi 5 dakika bile sürmemektedirLimonda bulunan C vitamininin, demir emilimini artırıcı etkisi vardır. Bunun yanında çayın olumsuz etkisini azaltmak için her öğünde mutlaka maydanoz, roka, yeşil biber, domates, salatalık, mevsimine göre portakal, mandalina, üzüm, şeftali gibi C vitamini açısından zengin bir sebze ve meyve tüketilmelidir.” Sıcağın, vitaminlerin etkisini azalttığına da işaret eden Budak, “Çok sıcak, bütün vitaminler için olumsuz bir etkendir. .Toplumda özellikle kadın ve çocuklarda en fazla görülen hastalığın kansızlık olduğunu, bunun temelinde sık doğumlar, yemeklerle birlikte içilen çay ile demir bakımından zengin yiyeceklerin tüketilmemesinin yer aldığını bildirildi.Bunu önleyebilmek için yemeklerden 1 saat önce ya da sonra çay içilmemelidir. Ayrıca, toplumumuzda kahvaltıda çay içme geleneği yaygındır. Çayın olumsuz etkisini önlemek için açık ya da limonlu çay içilmesi gerekir. Türkiye’de özellikle yemek sırasında aşırı çay tüketildiğini, bunun da kansızlığa neden olduğunu belirten Diyetisyen Dr. Nurten Budak, şöyle devam etti: “Yapılan araştırmalar, çayda bulunan bir takım maddelerin vücudun demir emilimini engellediğini gösteriyor. Biz de yaygın olarak sık çay içen bir toplumuz. Bu da kansızlık nedenlerinin başında gelmektedir. Doğumlar sırasındaki kan kaybı, henüz vücut tarafından yerine konulmadan yeni bir gebelikle tekrar kan kaybı olmaktadır. Bunun yanında beslenmeye bağlı yaptığımız hatalar da var. Bunların başında da demir bakımından zengin olan et, yumurta, mercimek, pekmez ve yeşil yapraklı sebzeler ile kayısı, incir, üzüm gibi kuru meyveleri tüketmiyoruz.”Bu nedenle limonlu çayda bulunan C vitaminin etkisinin azalması söz konusu değildir” dedi. Kansızlığın özellikle kadın ve çocuklarda en fazla görülen hastalıkların başında geldiğini ifade eden Budak, şu bilgileri verdi: “Kadınlarda görülen kansızlığın temelinde sık doğumlar yer almaktadır.

Çayın kalbe faydaları

Fazla miktarda (haftada 14 bardaktan fazla) çay tüketen deneklerde ise bu oran yüzde 44 olarak tespit edildi. Uzmanlar, siyah çayın kalp hastalarında damarların rahatlamasını sağladığını ve kanda pıhtı oluşmasını önlediğini belirtti.Flavonoids maddesinin, LDL kolesterolünün okside olmasını önlediği de vurgulandı. Amerikan Harvard Ünversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Kenneth Mukamal, özellikle yeşil ve siyah çayın aromasında kalp hastalıklarını önleyici zengin antioksidanların bulunduğunu söyledi. Konuyla ilgili araştırma, 1900 denek üzerinde Beth Israel Tıp Merkezi nde yapıldı. Kalp hastalıkları riskini azaltabildiği belirtilen antikanserojen falavonoids maddesi, siyah çayın yanı sıra yeşil çay, elma, soğan ve borklide de bol miktarda bulunuyor. Mukamal, kalp kirizi geçiren bin 900 hasta üzerinde 1 yıl süren araştırmalarında, haftada ortalama iki fincan çay içenlerde, içmeyenlere oranla ikinci bir kalp krizi riskinin yüzde 28 daha az olduğunu saptadıklarını kaydetti.İki farklı ülkede gerçekleştirilen iki çalışma çayın kalp krizini önlemede son derece faydalı olduğunu ve kalp krizi geçirenlerde de koruyucu etki gösterdiğini ortaya koydu. Kalp krizinden sonra üç buçuk yıl gözlenen orta derecede (haftada 14 bardak) çay tüketen deneklerde, çay içmeyen deneklere göre ölüm riskinin yüzde 28 oranında azaldığı belirlendi.

çaya şeker atmak için iki kere düşünün

Günde 5 adet çay ve kahve tüketildiğinde 100 kalori alındığını, bunun da azımsanmayacak bir miktar olduğunu vurgulayan uzmanlar, "Şekerin hiçbir besleyici değeri yok. Tümüyle boş kalori olarak yağa dönüşüyor" diyor.

Günlük yaşamda besin olarak kabul etmeden yenilen çikolata, gofret, içecek olarak tüketilen meşrubat ile çaya eklenen bir küp şekerde 20 kalori bulunduğunu belirtiliyor. Günün hız temposu içinde aşırı derecede tüketilen çay ve kahve yoluyla alınan şekerin boş kalori olarak yağa dönüştüğü belirtildi.


Olaya diğer bir açıdan bakıldığında ise günde tek şekerli 5 ardak çay içen kişinin, ilave şeker almaya gereksinimi kalmayacağı şeklinde.

Herhalde bu konuda da diğer konulara ışık tutan temel tüketim yaklşımını sergilemek en uygunu: "Azı yarar, ortası karar, çoğu zarar".

Bazı uzmanlar tozşeker veya kesme şeker yerine aspartam ve sakkarin gibi tatlandırıcıları önermekle birlikte bu tür tatlandırıcı kullanımının sakıncalarını ortaya koyacak büyüklükte epidemiyolojik çalışmaların olmaması ilgili diyet uzmanlarının bu önerilerine şüpheyle bakmamıza neden oluyor.

1 Ocak 2008 Salı

Hangi çay neye iyi gelir

IHLAMUR

Çünkü uzun süre kaynatılıp içilen ıhlamur size yarardan çok zarar verebilirÖzellikle akşam saatlerinde fazla içmemeye dikkat etmek gerekir, çünkü fazla miktarda alındığında uykusuzluğa sebep olabilir. Yapraklarında çok miktarda klorofil taşımasından dolayı, kansızlık durumunda kullanılmasında fayda vardır.Soğuk algınlığına ve öksürüğe karşı en etkili ve en yaygın olarak kullanılan doğal ilaçlardan biri olan ıhlamur, uykusuzluk, spazm ve kan dolaşımı bozukluklarında da kullanılır. Diğer çaylarda olduğu gibi ıhlamuru da hazırladığınız zaman için ve bir daha kaynatmayın..

YOGİ ÇAYI

Bu çayı hazırlamak için ufak bir tencereye bir parça kabuk tarçın, 4-5 kakule tanesi, 1 ufak kök zencefil, 2 karanfil ve 4-5 adet tane karabiber koyunTam da kış mevsimine uygun, yani ısıtıcı. Ayurvedik bir çay yogi çayı ve yoğun baharatların karışımından oluşuyor. . Üzerine 2 su bardağı su ilave edip 5 dakika kadar kaynattıktan sonra dilerseniz içine 1 tatlı kaşığı siyah çay ekleyip biraz demlendirip süzün.Hintli yogilerin içtiği baharatlı bir çay Dilerseniz sütle karıştırıp için.

ISIRGAN

Ayrıca nefrit, sarılık, idrar yolları taşları ve özellikle kansere karşı günde 3-4 fincan ısırganotu çayı çok yararlıdırÖzellikle metabolizma rahatsızlıklarına, mide, bağırsak, böbrek, romatizma ve gut hastalıklarına iyi gelir.. Isırgan çayını hazırlamak için kişi başına bir tatlı kaşığı kuru veya bir avuç taze ısırganotu yeterlidir. Isırgan, birçok rahatsızlığa iyi gelen ve sonbahardan ilkbaharın sonuna kadar bahçelerde bol miktarda yetişen bir ottur.

BİBERİYE

Özellikle kan dolaşımı hastalıklarına, romatizma ve astım hastalıklarına, mide ve bağırsak gazlarına karşı kullanıldığı gibi ağır yemeklerden sonra içildiğinde sindirimi kolaylaştırır. Hoş bir tat vermesi açısından biberiye çayına bir parça da kabuk tarçın atabilirsiniz.Bu güzel kokulu bitkinin kullanılmadığı hastalık yok gibi Ayrıca bronşit, öksürük, migren, gastrit, başağrısı, ağrılı adet, düşük tansiyon, kabızlık, safra kesesi taşı, ishal ve karaciğer rahatsızlıklarına da birebirdir.

REZENE

Rezene çayı özellikle gaz ve kramp ağrılarında, mide ve bağırsak rahatsızlıklarında kullanılır. Özellikle bebeklerin gazlı olduğu zamanlarda sık başvurulan bir ilaçtır rezene çayı. . Listeyi uzatmak mümkün: Hıçkırık, bulantı, idrar yolları iltihabı, böbrek taşları gibi birçok durumda rezene çayına başvurabiliriz.Öksürük ve soğuk algınlıklarında ve çocuklarda boğmaca hastalığı sırasında rezene çayı yararlıdır Rezene, Ege Bölgesi pazarlarında bahar aylarında bol bulunan bir bitkidir.

HİNDİBA

Romatizma hastaları ilkbahar ve sonbaharda 4-6 hafta arası sabah ve akşam hindiba çayı içerek kür yapabilirler ve faydasını da hızla görürlerKaraciğer hastalarının, romatizmalıların ve şeker hastalarının sofralarının baş köşesine oturtması gereken otlardan biridir hindiba ve bunlardan başka bağırsakları yumuşatır, müzmin romatizma, gut, böbrek ve safra kesesi hastalıklarında yararlıdır.Hem salatalarda, hem de haşlanarak zeytinyağı ve limon ilavesiyle kullanılabilen hindiba iyi bir idrar söktürücüdür Hindiba köklerinden yapılan kahve iyi bir iştah açıcıdır.. Hindiba çayı hazırlamak için kişi başına 1-2 tatlı kaşığı doğranmış hindiba kullanılır.

NANE

Nane çayı, mide ve bağırsak gazlarında, bulantı ve kalp çarpıntısında içilir. Sindirim sistemi rahatsızlıklarında, karın ağrısı, ishal, safra kesesi taşı, baş ağrısı, migren, sinüzit, diş ağrısı, halsizlik, bronşit, öksürük gibi rahatsızlıklarda da tedavi edici özelliği olan nane, nefes darlığında da şöyle kullanılabilir: Bir tülbentin üzerine bal konur, üzerine taze veya kuru nane yaprakları serpilir ve yatmadan önce göğüs üzerine bağlanır, sabaha kadar bırakılır.

KEKİK

Kekik çok güçlü bir antiseptik olarak biliniyor. Kekik yağıln baharatların karışımndan elde edilen timol birçok ilaçta, hatta ameliyatlarda yara temizlemek için kullanılıyor. Eski zamanlarda salgın hastalıklarda kullanılan kekik günümüzde de grip salgınlarında bol bol kullanılmalı. Ve boğmaca olana, öksürene, bronşite yakalanana, midesi rahatsız olana, ishal olana, adet sancısı çekene kekik çayı içirmeli. Böcek sokmalarında deriye sürülerek kullanılan kekik, cilt hastalıklarında da banyo suyuna atılarak kullanılabiliyor.

ZENCEFİL

Ayurveda ve Çin Tıbbı’nda 5 bin yıldır kullanılan zencefil, ısıtıcı bir ottur. Özellikle metabolizma rahatsızlıklarında temizleyici, düzenleyici ve canlandırıcı bir etkiye sahip. Ayrıca faranjitte, ishal, gaz gibi durumlarda, kan dolaşımını artırmak için, kas hastalıklarında ve romatizmal ağrılarda kullanılıyor. Soğuk algınlıklarında çayını içebilir, öksürük için zencefil, zerdeçal ve bal karışımını sabah ve akşam aç karnına şurup niyetine kullanabilirsiniz. Zencefil canlandırıcı olduğu için akciğerleri temizler, gazı önler ve terlemeyi artırarak cildin de temizlenmesini sağlar.

ADAÇAYI

Kızılderililerin kutsal bitkisi sayılan adaçayı, Akdeniz yöresinde bol bol yetişir. Antibiyotik ilaç görevi gören adaçayı diş eti rahatsızlıklarında ve boğaz ağrılarında çok yararlıdır. Sinir bozukluğu, baş dönmesi, titremeye iyi gelir ve menopoz döneminde karşılaşılan terlemeyi durdurur. Ayrıca dolaşım sistemi hastalıklarında, tansiyon düşüklüğünde, sindirim sistemi bozukluklarında, psikolojik rahatsızlıklarda, halsizlikte, sinir hastalıklarında da kullanılır. Özellikle boğaz ve ağız içi iltihaplarında günde birkaç defa adaçayıyla hazırlanıp soğutulmuş çayla gargara yapın, iyi geldiğini göreceksiniz.

ELMA

Elma, besin değeri dışında nefes darlığı ve kalp hastalıklarına karşı koruyucudur. Vücuttan toksinlerin atılmasına yardımcı olur, lifli olduğu için bağırsakları temizler, karaciğerinden şikayet edenler, romatizmalılar ve hatta şeker hastaları bile elmadan faydalanabilirler. Elma yatıştırıcı, uyku vericidir, baş ağrılarına iyi gelir. Taze elma suyu cilde sürüldüğünde dokuları sağlamlaştırır ve teni güzelleştirir. İlkbaharda toplanan elma çiçekleri kurutularak sonbahar ve kış aylarında kaynatılır, göğse ve öksürüğe iyi gelecek bir şurup elde edilir. Kurutulmuş elma parçalarından çay yapabileceğiniz gibi kabuğuyla küçük parçalara böldüğünüz elmaları kaynatarak içine isterseniz limon ve portakal koyarak çay olarak tüketebilirsiniz.

Çay çeşitleri

Darjeeling: Nepal yakınlarında deniz seviyesinden çok yüksek dağların doruklarında yetişen çay çeşidi, dünyanın en kaliteli çayları arasında yer alır. Tadı frenk üzümüne benzetilen çay, bu özelliği ile 'çayların şampanyası' ünvanını almıştır.Earl Grey: Darjeeling, Assam ve Seylan çaylarından biriyle bergamot yağının karışımıdır. English Breakfast: Güne dinç başlamak için Hindistan ve Seylan çaylarının karışımından elde edilen güçlü bir harman çaydır.Gunpowder: Hafif aromalı bir tür yeşil Çin çayıdır.Assam: 1800'lü yıllarda Hindistan'ın Assam bölgesinde İskoçyalı Robert Bruce tarafından bulunmuş koyu renkli, güçlü ve keskin kokulu bir çaydır.Beyaz Çay: Çaylar arasında en fazla antioksidan içeren çay bu özelliğini üretim aşamasında az işlem görmesine borçludur. Yeşil çaylardan farklı özelikleri dem rengi ve yeşil çayın otsuluğundan uzak kavunsu hoş tadıdır. Ayırt edici özelliği toplandıktan sonra bitkisinin yapraklarının sıkı sıkıya sarılarak üretilmesidir.Jasmine: Yasemin çiçekleri eklenmiş tercihen yeşil ya da yeşil-siyah çay karışımıdır.Meyve Çayları: Çeşitli bitki ve meyvelerle tatlandırılıp içimi kolaylaştırılan hoş aromalı çaylardır. Meyve çayları karanfilden naneye, elmadan böğürtlene günden güne genişleyen yelpazesiyle çaya yeni aroma alternatifleri getirmektedir.Sri Lanka ürünü çaylara verilen genel isimdir. Ne kadar yüksekte yetişirse o kadar kaliteli olan çay, hoş kokulu ve aromalı tadıyla ünlüdür.Çayı Tatma SanatıÇay seçiminde en önemli faktör, çayın tadımıdır. Tıpkı şarap gibi, çay tadımı da başlı başına bir sanat olarak kabul edilmektedir. Çünkü çayın tadı oldukça kompleks bir duyumsamaya dayanır.Pouchong & Oolong: Çin veya Tayvan mahsulü aroması şeftaliyi andıran yumuşak bir tür yeşil çaydır.Seylan: Üst, orta ve alt aroma profillerinden oluşan çay 2 duyunun bileşimiyle algılanır.Sıcaklık: Çayın sıcaklığı doğrudan aroma elementlerinin etkisini etkileyeceğinden çay tadımında çayın sıcaklığı çok önemli bir fiziksel unsurdur. Dil ve dilin üzerindeki duyu hücreleriyle algılanan tadı ve koku reseptörlerince duyumsanan aromasıyla bir bütün oluşturan çay tadımında bu iki duyunun yanısıra etkili dört fiziksel detay göze çarpmaktadır: Ağız duyusu: Çay, öncelikle ağızda yarattığı duyu ile değerlendirilmelidir. İyi bir çay öncelikle ağızda kuruluk hemen arkasındansa kayganlık yaratacaktır.Demleme methodu: Aroma ve tat elementlerinin suyu içinde etkin bir şekilde çözünürlüğü ve buhar basıncı çayın yapılışı ile direkt ilintilidir.Kişisel özellikler: Çayı tadan kişinin fiziksel durumu (fizyolojik ve zihinsel faktörler ile genel sağlık ve yaş faktörleri gibi) çayın tat ve aromasının duyumunun keskinliğini belirleyici faktörlerdir.

Çayı nasıl içersiniz

Su kaynarken eğer ikinci kısım birinci kısmın üzerine çok oturmuş ise su bu ağızdan taşar ve ocağın üzerini ıslatırKimileri vardır ki şu yer yüzünde çay pişirmeyi çok iyi yaparlar. Bunun adına da çay demlemek derler. Çayı iyi demleyenlerin birer çaydanlıkları vardır. Bir çaydanlık iki kısımdan oluşur. Birinci kısım daha büyüktür, genişcedir ve içine sadece su konur. Su, çaydanlığın bu geniş kısmında kaynar.Tabii teknolojinin harikası daha dengeli çaydanlığı olanlara ne mutlu ama biz bu anlattığımız çaydanlıkla idare edelim. Birinci kısmın değişik yerlerine yerleştirilmiş bir sapı, bir de kaynar suyu dökmeye yarayan uzantılı bir ağzı vardır. .'Çayınızı nasıl içersiniz?' sorusuna kaç çeşit insandan, kaç çeşit cevap alırdım acaba? Bu sorunun cevabını düşünüp vermeden önce gelin, çay nasıl yapılır onu bir gözden geçirelim, bilemediniz akıldan geçirelim: Bunun olmaması için çaydanlığın ikinci kısmının birinci kısmın üzerine yarım bir şekilde, eğik oturtulması, bununda çok dengeli yapılması gerekir. Çünkü çaydanlığın ikinci kısmı küçüktür. Onun da değişik yerlerine konabilen bir sapı ve bir de demi dökmeye yarayan küçük bir ağzı vardır ama biraz kaygandır. Bu nedenle içindeki demlenmemiş çay ile devrilirse ocak üstü yine batar, kirlenir. Bütün bu dengelere dikkat etmek gerekir. Şimdilik! Çaydanlığın küçük kısmına toz çay konur ve çayın kalitesinden anlayanlar, çay tozunu önce sudan geçirirler ve küçük kırıntıları uzaklaştırır, ıslanmış çayı demlenmeye hazırlarlar. Küçük demliği, kaynama suyunun olduğu birinci kısmın üzerine koyarlar. Ocak açılır ve ateş görülür. Bundan sonra suyun 100 dereceye kadar kaynamasını sabırla beklemek gerekir. Su kaynar kaynamaz, alttaki geniş kaptan, üstteki küçük demliğe kaynar su dökülür. Suyun miktarını ustalar göz kararı ile bilirler. Suyu ne az ne de çok koyarlar. Birinci kabın azalan suyuna soğuk su ile ilave yapılır. Bu ikinci aşama da sabır gerektirmektedir. Çünkü, bir; suyun yeniden kaynaması beklenecektir, iki; çayın kııvamında demlenmesi sağlanacaktır. Zira çay çok demlenirse tadı acı olur, az demlenirse de çiğ çiğ, otsu otsu kokar. Bu sırada çay ustasının burnunun ve kulağının çaydanlıkta olması gerekir. İşte tam zamanında demlenmiş çayın kokusunu aldınız mı? Su da ne güzel fokurdamaya başladı değil mi? Tamam şimdi ocağın altını kısabilirsiniz. Çayınız servise hazır demektir. Sıra badak seçimindedir. Herkes bir başka bardaktan içmek ister. Sorarsınız: Çayınızı hangi bardakla alırsınız? Çayınızı hangi bardakla içersiniz? Çay alır mısınız? Çay içer misiniz? Çay ister misiniz? Çay vereyim mi? Hangi bardak? Bazıları da sorabilirler: Çayınızı Türkçe mi Alirsiniz? Ya da sormazsınız, çayları döküp getirirsiniz, çayları koyup getirirsiniz, çayları döker getirirsiniz, çayları koyar getirirsiniz. Bunlardan hangisini seçersiniz? Canım aslında 40 çeşit çay bardağı mı vardır? Bizim evde sayalım bakalım kaç çeşit bardak var şu güzelim demlenmiş çay için: İngiliz porselen çay bardaklarına benzeyenler, modern Paşabahçe çay bardakları; üstelik pembe renkli ve üzüm desenli, uysa da uymasa da çay konan, üzerleri ayı, miki fare, balık, ev ve daha bilmem ne resimli ve yazılı Amerikan kahve kapları, veee işte ince belli altın yaldızlı küçücük cam çay bardakları. Çaydan anlayan, ince belli altın yaldızlı küçük cam çay bardaklarını seçer. Bu ince belli cam çay bardakları da porselen çay tabakları olmadan güzel değillerdir. İşte şimdi porselen çay tabağının kırmızı parmak izli döşemesine kurulmuş, tavşan kanı tanımı bile az gelen, bilenin bildiği şahane saydam çay rengi ile çayınız bardaktadır. Nasıl, dumanını gördünüz mü? Ya kokusunu ! Kokusunu da duydunuz mu? Tamam öyleyse şimdi içine biraz tatlandırıcı koyalım ve çay kaşığımızı nazikce elimize alalım ve başlayalım karıştırmaya: Çın çın şın, şın şın çın, çın şın, şın çın! Şöyle acele etmeden yavaş yavaş eriyen şekerin yoğunluğuna bakarken bu sesi de dinleyelim. Duyuyor musunuz notaları, nağmeleri? Nasıl da uçar çay taneleri! Durun canım öyle dedem gibi acele acele çevirivermeyin kaşığı. Çay kaçmıyor ya! Benim dedem hem acele eder, hem de hastalığının adını bilmez ama Parkinsonludur, elleri titrer yine de çayı acele acele, gürültülü gürültülü bir güzel karıştırır. Belki de kulakları az işittiğinden duymaz yaptığı grültüyü, belki de kulakları işitse bile dinlemeyi bilmez nazikçe çay karıştırmanın sesini! Çay tabağına da azıcık çay dökülse hemen seslenir birilerine: Peçete getirin çay döküldü! Tabağı değiştirin çay döküldü! Şimdilerde 100 yaşına merdiven dayadı da çay dökülünce suçlanır olmuş, tabaktaki çayı titrek elleri ile çay bardağına kendi kendine tekrar boşaltmaya çalışıyormuş. Canım halam hala etrafında pervane! Gelelim şekeri şöyle güzelce karışmış bizim çayımıza. Şöyle çay tatlandımı kaşığı yavaşça tabağın kenarına koyarsınız. Ha belki de önce bir tadına bakmak istersiniz. Bir kaşık çay alıp dudağınıza değdirirsiniz, dilinizle dudağınızdaki çay tadını yalar ve şekerinin miktarını anlarsınız. Eğer tadı az ise biraz daha tatlandırıcı katmak iyi olur. Tamam şekeri iyi ise çayı da soğutmadan içmek gerekir. Küçücük cam çay bardağının ince ağzından nazikçe tutup ilk yudumu alırsınız. Çayın yakıcı sıcak ve buruk tadına karışmış şeker tadı dilinize, damağınıza oradan da bütün ağzınıza yudum yudum dağılır. Benim dedem ve ondan öğrenen babam ve amcalarım ise teneke ağızlıdırlar. Kaynar sıcak çayı hemen bir yudumda höpürdete höpürdete, içip bitiriverirler. Bir bakarsınız çay bardağı boşalıvermiş ve bardak tabakta öylece boş oturmakta! Ortalıkta bir telaş başlar ve çayı demleyenler daha dumanı bitmeden çayı biten çay bardaklarını toplarlar ve yeniden doldururlar, yeniden doldururlar, yeniden doldururlar. Ta ki çay kaşığı çay bardağının üzerine konuluncaya kadar. Bu işaret artık çay istemiyorum demektir de çay demleyen rahat bir soluk alır! Bu ağzının içi teneke olanlara demlenmiş çay tattıramazsınız! Onları sıcak çaya da doyuramazsınız! Halbuki çay bardağı niye ince bellidir? Çay bardağının cam yüzeyi neden böyle pürüzsüz ve düzgündür? Avucunuzun içine alacağınız sıcacık çay bardağı ne kadar da küçücüktür! Parmaklarınızla çay bardağının altın yaldızlı ağzının etrafnda halkalar çizseniz, ince belinden aşağıya inseniz, incecik sıcacık çay bardağınızı avucunuzun içinde yavaş yavaş çevirip o sıcaklığı hissetseniz, bir yudum içip biraz bekleseniz, şöyle elinizdeki çay bardağını yanağınıza deydirseniz, koklaya koklaya bir yudum daha içseniz! Olmaz mı? İşte o zaman güzel demlenmiş bir çayın tadı bambaşka olur! Belki de o zaman çay bardağını çaydan daha çok sevdiğinizi anlarsınız! Böyle bir keyifle içerseniz bir bardak çayın da 40 yıl hatırı olmaz mı? İnsan böyle bir bardakla 40 yıl boyunca çay içmez mi? Bu çay bardağı olmak istemez mi? Diğer bardaklara gelince, çay içilen Amerikan kahve bardakları biraz ağırdır, yerinden kaldıramazsınız. Avucunuz küçük gelir ve bardağın her tarafını kavrayamazsınız. Renkler, resimler, bazende yazılı yazılar yüzünden içtiğiniz çayı da göremezsiniz. Zaten ikinci yudumda çay soğur ve çayı soğuk soğuk içmek zorunda kalırsınız. Küçük çay kaşıkları ile bu bardaktaki şekeri karıştırmak ta zevksiz olur, eliniz mutlaka sıcak çaya değer ve yanar. Büyük kahve kaşıkları da çın çın şın sesini çıkarmazlar. İngiliz porselenlerine benzeyen çay bardakları ile de kendinizi yabancılaşmış gibi hissedersiniz. Üstelik bu Amerikalılara ve İngilizlere uyacak olursanız çayı demlemeye de gerek yoktur. Çaylar hazır ve nazır poşetlerde beklerler. Bu çaylar özel olarak hazırlanmışlardır ve sıcak suya girer girmez renklerini ve keskin kokularını hemen çıkarıverirler. Görüntüde çay rengi, kimyasında da çay kokusu ve tadı oluşur ama gerçekten bizim olan çayı bileni kolay kolay kandıramazsınız. Hemen bu bizim çay değil! dersiniz. Canım, Çinliler de çay içerler. Onlar pirinç porselenlerden çay kabı yaparlar ve yasemin kokulu, sarı renkli çaylarını çok severler. Mutlaka Brezilyalılar da, Afrikalılar da çay içerler. Onlar çayı nasıl içerler? Bilmek gerekir! Ama önce kendi çayımızı demlemeyi, ince belli bardağını tutmayı, çayı yudum yudum içmeyi bilmeli! Bilenlere ne mutlu! İşte o zaman ince belli cam bardak da, içindeki çay da, demleyen de, içen de çok mutlu olur! Olmaz

Çayı kim keşfetti

. Şükür ki çay milattan önce 2737 yılında büyük Çin İmparatoru Shen Nung tarafından tesadüfen de olsa keşfedildi.Shen Nung bir gün bahçede ağzı açık bir kapta su kaynatırken Çay ismi de Çincedeki "ça"dan geliyor. Benzer şekilde çaya Ruslar "chay" Araplar "shaye" Japonlar 'cha' diyorlar.Çay bugün dünyada sudan sonra en çok içilen içecektirçalılıklardan bir kaç yaprak kaynayan suyun içine düştü.Çaysız bir dünya nasıl olurdu acaba? Çay keşfedilmeseydi, çaydanlık, çay fincanı, kaşığı, işyerlerinde çay paydosu, şehirlerarası otobüslerde çay molası olamazdı Nung yaprakları suyun içinden toplayamadan yapraklar suda kaynamaya, hoş bir koku etrafa yayılmaya başladı. İmparator merak edip suyun tadına bakınca çay keşfedilmiş oldu.İmparatorun kendi keşfi hakkındaki düşüncesi çayın susuzluğu bastırdığı, harareti giderdiği ve uykuya olan isteği azalttığı şeklindeydi. . Avrupa'ya gelişi 1610 yılını buldu, başlangıçta da ilaç muamelesi gördü. Halbuki o yıllarda çay Orta Asya'da o kadar değerliydi ki çay balyaları ticarette para yerine geçebiliyordu.Çayın Avrupa'ya geldiği ilk yıllarda tüccarlar satışını ateş düşürücü, mide ağrısı giderici, romatizmayı önleyici bir ilaçmış gibi yaparlarken, doktorlar biraz daha ileri giderek çaydan yapılan iksirin tüm hastalıklara karşı direnç kazandırdığını ve yaşlanmayı geciktirdiğini ileri sürüyorlardı.Ancak bunların hiçbiri çayın dünyanın en favori içeceği olmasını önleyemedi. Miktar tam olarak bilinemiyor ama dünyada senede 2 milyon ton civarında çay tüketildiği tahmin ediliyor.Zamanla bu sefer de çayın aleyhine görüşler yayılmaya başladı. Fransız fizikçiler çayı asrın en münasebetsiz yeniliği diye nitelendirirlerken bir Alman doktor da 40 yaşından sonra çay içenlerin ölüme daha yakın olacaklarını iddia ediyordu.İngiltere'de ise çay içmek alışkanlık haline gelince kadın dergileri ev kadınlarının çay yüzünden ev işlerine soğuk bakmaya başladıklarını, ekonomistler ise çalışmaya harcanacak zamanın çay içmekle tüketildiğini ileri sürdüler. Günümüzde çayın yaygınlaşmasına en çok etki eden faktör poşet çayın icadıdır. Her ne kadar icadının tam farkına varmasa da poşet çayın mucidi Thomas Sullivan'dır. Kahve ve çay ticareti ile uğraşan Sullivan, müşterilerine sık sık çay örnekleri gönderiyordu. Başlangıçta bu iş için teneke kutuları kullanırken, sonradan elde dikilmiş ipek torbaların bu iş için daha pratik ve ucuz olacaklarını düşündü.Çok geçmeden siparişler başladı ama şaşırtıcı olan esas malı değil torba içindeki örnek çayları sipariş etmeleriydi. Müşteriler torbaların çayın kaynamasını kolaylaştırdıklarını keşfetmişlerdi. Çayın torba (poşet) içinde satımı o kadar geliştirildi ki Batı ülkelerinde tüketim oranı toplam çay tüketiminin yarısına ulaştı.

Türkiyede çay üretimi

Türkiye'de çay hakkında ilk yazılan kitaplar, Çaycı lakabı ile anılan ve Hicaz Vali Vekilliği, Harem-i Şerif Müdürlüğü ve Basra Valiliği gibi görevlerde de bulunan Hacı Mehmet Arif'in 1877 yılında yayınlanan "Çay Risalesi" adlı kitabı ile 1910 yılında Mehmet İzzet tarafından yazılan "Çay Hakkında Malumat" adlı kitaplardır.Her ne kadar Türkler M.S. 5.yy.'da çay ticareti yapmış iseler de, tarihi göçlerle çayın Anadolu'ya getirilmediği anlaşılmaktadır.Çay üretimi için ilk girişim 1888 yılında zamanın Ticaret Nazırı (Bakanı) Esbaki İsmail Paşa tarafından yapılmış, Çin'den getirilen çay tohumları Bursa'da ekilmiş ancak ekolojik nedenlerle bu çalışmalardan sonuç alınamamıştır. Bu yüzden olacak Selçuklu ve Osmanlı dönemlerinde köklü bir kahve tüketim alışkanlığı yerleşmiştir.
Anadolu'da çay içme alışkanlığı başlangıcının 17.yy.'a kadar gittiği bilinmektedir. 1917 yılında Halkalı Ziraat Okulu Mühendislerinden Ali Rıza ERTEN, Batum ve Kafkasya'da incelemelerde bulunmuş, aynı toprak yapısı ve bitki örtüsüne sahip olan Doğu Karadeniz Bölgesi'nde çayın yetiştirilebileceğini bir raporla o zamanın hükümetine bildirmiştir. Ülkemiz çaycılığı bugüne kadar dört evreden geçmiştir: Bunlardan ilki, 1924 yılında çıkarılan 407 sayılı kanunla başlayan ve deneme çalışmalarının yapıldığı dönemdir
Cumhuriyetin ilk yıllarında, Doğu Karadeniz Bölgesi'nde yaşanan ekonomik ve sosyal krize paralel olarak ortaya çıkan yoğun işsizlik sebebiyle meydana gelen kapsamlı göçe çare aranırken bu rapor dikkate alınmış ve çayın bu bölgede yetiştirilmesi çalışmalarına hız verilmiştir. Bu çalışmalardan olumlu sonuç alınması ile birlikte 1924 yılında 407 sayılı kanun çıkarılmıştır. Bu kanunla başlatılan çay üretimi çalışmalarının başına Ziraat Umum Müfettişi Zihni DERİN getirilmiş ve Rize vilayeti ile Borçka kazasında çay fidanı yetiştirilmeye başlanmıştır.
. Bu dönemde Batum'dan satın alınan bir miktar çay tohumu ile ilk üretim denemeleri yapılmış, ancak 1933 yılına gelindiği halde halkın üretim çalışmalarına girişmediği görülmüştür.
Hükümetin 1933 yılında "kendi kendine yetme" ilkesini benimsemesi ve bunu bir programa bağlaması üzerine, çayda da ülke ihtiyacını karşılama ilkesi çerçevesinde çalışmalara başlanmıştır. Dönemin Ziraat Vekili (Bakanı) Prof. Muhlis Erkmen'in bir bilim heyeti ile Rize'ye yaptığı bir inceleme gezisinde bölgenin çay tarımı ve sanayii için her bakımdan elverişli olduğu kanısına varıldı ve çay sorununun kesin bir şekilde çözülmesi kararlaştırıldı. Bundan sonra 1937-1940 yılları arasında Gürcistan'dan 70 ton çay tohumu getirilerek üretim çalışmalarına hız verildi.
Ülkemiz çaycılığının ikinci evresi; ekonomik anlamda üretime geçildiği 1940 yılından sonraki dönemdir. 29 Mart 1940 yılında çıkartılan 3788 sayılı Çay Kanunu ile çay tarımı ve üretimi desteklenerek Araklı'dan Sovyet sınırına kadar olan bölge çay tarımı için ayrılmıştır. 20 Mayıs 1942 tarih ve 4223 sayılı Kahve ve Çay İnhisarı adlı kanun ile çay, devlet tekeline alınmış ve üretilen çaylar Tekel İdaresine verilmeye başlanmıştır. 1947 yılında 60 ton/gün kapasiteli ilk çay fabrikası Fener mevkiinde işletmeye açılmıştır. Bundan sonra, fabrikasyon tekniği ile üretim yapılmasına rağmen, 1960 yılına kadar iç talep karşılanamamış ve çay ithal etmek durumunda kalınmıştır.
Üçüncü evre, 06.12.1971 tarih ve 1497 sayılı yasa ile kurulan ÇAYKUR'un fiilen faaliyete geçtiği, 1973 yılından itibaren; üretim kapasitesi, kalite, ambalaj, pazarlama ve tüketim yönünden önemli ilerlemelerin sağlandığı kurumlaşma dönemidir. Bu dönemde iç piyasadaki çay talebi tamamen karşılandığı gibi, çay tarım alanlarının genişlemesi ile sağlanan üretim artışları sonucu tüketim fazlası da oluşmuştur. Çay Kurumu, 1983 yılında çıkartılan 2929 sayılı kanunla Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü "Çay-Kur" adı altında bir Kamu İktisadi Kuruluşu statüsüne kavuşmuştur.
Dördüncü evre ise, 04 Aralık 1984 tarih ve 3092 sayılı yasanın uygulamaya konulması ile (1985) çayda tekelin kaldırıldığı serbest piyasa dönemidir. Bu dönemde, verilen izin ve teşviklerle birlikte özel sektörün de çay üretimi ve pazarlaması çabalarına katıldığı gözlenmektedir. Özel sektör yatırımlarına rağmen, Çaykur, sektörün öncü kuruluşu olmaya ve Doğu Karadeniz ekonomisine damgasını vurmaya devam etmektedir.
Lületaşı fincan
Çaykur, 1994 yılında çıkarılan 4046 sayılı "Özelleştirme Uygulamalarının Düzenlenmesi ve Bazı Kanun ve KHK'lerde Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun"un 35.maddesi gereğince İktisadi Devlet Teşekkülü (İ.D.T.) statüsüne alınmıştır.
Şu anda, toplanan yaş yaprağın %65'i Çaykur'a ait 45 yaş çay fabrikasında işlenirken, özel sektöre ait olan ve sayılarının 300'ün üstünde olduğu tahmin edilen irili ufaklı yaş çay fabrikaları ile toplam yaş yaprağın %35'i işlenmektedir. Mevcut üretimle iç talep tamamen karşılandığı gibi ihracat da yapılmaktadır. Özellikle Çaykur'a ait fabrikaların üretim safhalarında yüksek teknoloji kullanılmaktadır.Türkiye’de çay tarımı Doğu Karadeniz Bölgesinde Gürcistan sınırından başlayarak Ordu ilinin Fatsa ilçesine kadar olan kuşakta yapılmaktadır. Bu bölge içerisinde başta Rize olmak üzere Ordu, Giresun, Trabzon ve Artvin illerinde çay yetiştiriciliği yapılmaktadır. Bu bölge dünyada çay yetiştiriciliği yapılan alanlar içerisinde en üst bölgeler arasında yer almaktadır. Gürcistan sınırından Trabzon ilinin Araklı ilçesine kadar olan alan Türkiye’de çay yetiştirilmesi bakımından en elverişli ve birinci derecede verimli çay üretim alanlarını oluşturmaktadır. Çay Doğu Karadeniz Bölgesinde yaşayan halkın en önemli gelir kaynaklarından birisini teşkil etmektedir.Ülkemizde çay yetiştiriciliğine Rize ve çevresinin uygun olduğu ilk kez 1917 yılında belirlenmiş ve 1924 yılında çıkarılan bir kanunla çay üretimi başlamış ve aynı yıl Çay Araştırma Enstitüsü kurularak ülkemizde çaycılığın geliştirilmesi yönünde faaliyete geçmesiyle birlikte çay üretimi ülkemizde ticari açıdan önem kazanmaya başlamıştır. 1947 yılında ilk yaş çay yaprağı işleme fabrikası Rize’de kurulmuştur. 1971 yılında bir kamu iktisadi teşebbüsü olan Çay İşletmeleri Genel Müdürlüğü kurulmuş olup, çay sektöründe devlet monopolü olarak faaliyet göstermeye başlamıştır. 1984 yılında çay sektöründe monopolün kaldırılmasıyla birlikte özel sektörün de tedarik, işleme ve pazarlama faaliyetlerinde bulunması serbest bırakılmıştır. Türkiye’de çay sektörü diğer üretici ülkelerle karşılaştırıldığında nispeten yeni bir faaliyet görünümünde olmasına rağmen kısa süre içerisinde büyük gelişme göstermiştir. 1950’li yıllarda kuru çay üretimi 25 000 tonun altında gerçekleşirken son dönemlerde bazı yıllar 200 bin tona yaklaşmış, 2002 yılında da 150 bin ton olarak gerçekleşmiştir. Bugün Türkiye çay üretiminde önemli üretici ülkeler arasında yer almakta ve üretim miktarı açısından Çin, Hindistan, Sri Lanka, Kenya ve Endonezya’dan sonra altıncı sırada bulunmaktadır. ÇAY-KUR ülkemizde üretilen kuru çayın %65’ini, özel sektör de %35’ini üretmektedir. ÇAY-KUR’un 45 adet, özel sektörün ise 230 adet yaş çay işleme fabrikası bulunmaktadır. Ülkemizde kuru çay üretiminde Ortodoks, CTC ve Rotervane işleme metodları kullanılmaktadır. Çayda ayran, salep, boza ve kahve gibi Türk insanının milli içecekleri arasında yer almaktadır. Yıllık yurt içi tüketim miktarı 140 bin tonun üzerindedir.

Çayın zararları

Kalp krizi sonrası ölümü önlemek için herkesin çay içmeye başlaması mı gerekir?Doktorlar araştırmaların bitmediğine dikkat çekerek, fazla çay tüketimini henüz tavsiye etmemekle birlikte, kalp krizi geçirmiş olan ve çaydaki kafeinden endişe edenlerin bu konuda korkmasına gerek olmadığını belirtiyorlar. Araştırmacılar, bu şaşırtıcı sonuç karşısında çayın daha iyi incelenmesi gerektiğini söyleyerek siyah ve yeşil çayda kalbi koruma özelliğine sahip maddeler bulunabileceğini tahmin ettiklerini söylediler.Söz konusu çalışma 13 Mayıs’da Amerikan Kalp Birliği Dergisi’nde yayınlandı. Çalışmayı yöneten Dr.Kenneth Mukamal, sonuçların beklediğinden çok daha şaşırtıcı olduğunu ve çay bitkisinin kalp sağlığı üzerindeki gerçek etkisi, araştırma sonucundan daha az olması durumunda bile, kalp krizinden kurtulmak için hatırısayılır bir fayda yaratabileceğini belirtti.Çalışmada çay içenler ile çay içmeyenler arasında, kalp krizi sonrası ölüm oranları araştırıldı.Ülkemizde oldukça fazla tüketilen siyah çay, faydaları ve zararları ile yine gündemde. Son günlerde açıklanan araştırma sonuçlarına göre; günde iki bardak çay tüketmek, kalp krizi sonrası ölüm riskini olduKça azaltıyor.Bu geniş çaplı araştırmada, araştırmacılar kalp krizinden sonra hayatta kalan 1900 kişinin, kalp rahatsızlıklarından önceki çay tüketimlerini not alıp bu kişileri 4 yıl boyunca izlemeye devam edecekler. Çay tüketimi fazla olanlarda (günde 2 veya daha fazla bardak), araştırma sonuçlarına göre : çay tüketmeyenlere oranla %44 daha az kalp krizi nedenli ölüm görülüyor; bir haftada 14 bardaktan daha az çay tüketenler ise, hiç tüketmeyenlere oranla kalp krizi sonucunda % 28 daha az ölümle karşılaşıyorlar. Araştırmaya katılmış olan doktorlar; denek olarak alınan kişilerin başka bir kalp krizine ya da kalp rahatsızlıklarına daha yatkın olan yüksek risk grubundaki insanlardan seçildiğini belirtiyorlar.Araştırmacılar flavonoidlerin (bitkilerden elde edilen, besinlerde doğal olarak bulunan antidoksidanlar) kan damarlarını genişleterek kanın vücuttaki dolaşımını daha kolay sağladığını ve böylece kalbi doğal yoldan korumanın mümkün olabildiğini söylüyorlar. Ayrıca flavonoidlerin, LDL kolestrolünün daha kötü bir kolestrol haline dönüşmesini önleyebileceğine dair kanıtlar da sözlerine bulduklarını ekliyorlar. Araştırma yapılırken hastalara ne tür çay (kafeinli, kafeinsiz) tüketikleri ile ilgili soru sorulmamış; çünkü araştırmacılar tüketilen çayın kafeinli ya da kafeinsiz oluşunun, ortaya çıkan bu olumlu sonucu değiştireceğini düşünmüyorlar. Bütün bitki çaylarının farklı özellikler taşıdığı ve bu önemli etkiyi hepsinin yaratamayacağı belirtiliyor; yeşil ve siyah çaydaki kimyasal bileşimin de birbirinden farklı olduğu ve bu nedenle farklı faydalar sağlayabileceği uyarısı yapılıyor.Bitkilerden yapılan diğer içeceklerin kalp üzerinde faydalı etkileri olabilir mi?Bitkilerle yapılan siyah bira, şarap ve viskide de flavonoid maddesi bulunur fakat bunların miktarı çayda bulunandan çok daha azdır. Eğer bitkilerin olumlu faydalarından yararlanmak istiyorsanız, katkısız bitki çayları tüketmeniz, alkol içeren bitki içeceklerinden çok daha yararlı olacaktır. Alkol ve bitki özleri içeren bir içecek tüketmeyi düşünürken içerdiği az miktardaki flavonoid maddesinin yararından daha çok, barındırdığı alkol oranı ile uzun vadede karşılaşacağınız sağlık problemlerini göz önünde tutmalısınız.YEŞİL ÇAY VE KANITLANMIŞ SONUÇLARI Yeşil çayın yaşlanmayı geciktirdiği, doğal kafeini ile rahatlık sağladığı; yapılan araştırmalar sonucunda bilinen özelliklerindendir. Yeşil çayın kanser olasılığını azalttığı belirtiliyor. Yapılan farklı araştırmalara göre bunun nedeni; yeşil çayın kolesterol ve yağ değerleri üzerindeki olumlu etkisi, tansiyonu düzenlemesi ve damar sertliğini önlemesi olarak açıklanıyor.Ülkemizde yapılan bir araştırmaya göre; Polifenoller, polisakkaritler ve değişik vitaminler içeren Yeşil Çay`ın yemek borusu kanserini erkeklerde yüzde 57, kadınlarda ise yüzde 60 oranında önlediği bildirildi.Yüzüncü Yıl Üniversitesi Ziraat Fakültesi Gıda Mühendisliği bölümü öğretim üyesi Yrd.Doç. Dr. Hayri Çoşkun, yeşil çay`ın, oksidasyon olmaması için toplandıktan sonra ezilme gibi işlemlerden korunduğunu, böylece doğal bileşenleri ve aromasının da korunduğunu belirtiyor. Coşkun, Yeşil Çay`ın değişik kanser risklerini azalttığını, kan kolestrol seviyesini düşürdüğünü, yaşlanmayı geciktirerek değişik bakterilerin gelişmesini engellediğini kaydederek, ``Ultra viole ışınlarının deride kanser ve buruşukluklara neden olduğu bilinmektedir. Yeşil çayın ise bu tür deri hastalıklarını koruyucu özelliği vardır. Sigara dumanında potansiyel kanser yapıcı madde olan NNK, akciğer kanserine neden olmakta, Yeşil çayın bu hastalığa karşı koruyucu etkisi bulunmaktadır`` diye ekliyor.SİYAH ÇAY VE KANITLANMIŞ SONUÇLARIChicago’da yapılan araştırmanın sonucuna göre; Siyah çay kalp hastalarında damar sağlığını korumakta. Amerikan Kalp Derneği`nin ``Circulation Journal`` adlı yayın organında yer alan araştırmaya göre, daha önce kalp sağlığında olumlu etkisi belirlenen siyah çayda, siyah üzüm, greyfurt suyu, soğan ve kırmızı şaraptaki flavonoid maddesi, yüksek oranda bulunuyor.‘Flavonoid`in, kötü kolesterolün (LDL) yol açtığı oksidasyon durumunu ve damar cidarlarının kalınlaşmasını önlediğini kaydeden uzmanlar, bu etkinin ancak çok miktarda flavonoid özü alınmasıyla kendini gösterdiğine dikkati çekiyorlar. Boston Üniversitesi Tıp Merkezi`nde yapılan bir araştırmada, deneklerin bir kısmına bir süre boyunca belirli miktarda çay, bir kısmına ise su içiriliyor. Bilinen tek ve en önemli zararı vücudun besinlerden aldığı demir oranını azaltmasıdır. Bu nedenle eğer vejeteryansanız, yani et yemiyorsanız, demir içeren yiyeceklerle çay içmemeniz önerilir.
İyi bir çay demlemek için
Öncelikle çay, nem ve harici kokulardan etkilenmeyecek şekilde kapalı ambalajda muhafaza edilmelidir.
Çay mutlaka kireçsiz, klorsuz ve madensiz sular ile yapılmalıdır.
Çayı demlemek için porselen demlik tercih edilmelidir. Madeni özellikle alüminyum demliklerde iyi çay yapılamaz.
Demlik önceden ısıtılmalı, her bardak çay için bir çay kaşığı hesabı ile konulacak olan çay önceden ılık su ile yıkanmalıdır.
Su kaynama durduktan ve sıcaklık birkaç derece aşağı düştükten sonra demliğe aktarılmalıdır.Türk çaylarında 10-15 dakika, yabancı çaylarda ise 5-7 dakika olan demleme süresin sırasında demlik kesinlikle sallanmamalıdır. Elbette kişinin damak zevkine bağlı olarak bu süre değiştirilebilir.Demlemeden sonra dem ile posa birbirinden ayrılmalı ve çay yarım saat içinde tüketilmelidir.
Demlikte kalan çayı atmayın
Ilık çay dolu bir leğende akşamları ayaklarınızı 10 dakika kadar tutmanın ayak kokularına iyi geldiği,
Posasının süzülüp soğutulduktan sonra ağızda gargara yapılmasının boğaz ağrılarına iyi geldiği,
Demlikte kalan çay posalarının kurutulup bir kap içinde buzdolabına konmasının buzdolabı kokularına iyi geldiği,
Balık ayıkladıktan sonra kokan ellerin, çay ile yıkandığında kokunun hiç kalmadığını, ve buna benzer bir çok faydasını; Sayın Deniz Gürsoy’un “Demlikten süzülen kültür” kitabında okumuştum.
İnsanlar arasında iletişim ve dostluk kurmanın en kısa yollarından biri olan “bir bardak çay” ile mutlu günlere…
Not:Çayın faydaları ve zararları hakkındaki bu yazıyı lütfen tedavi amaçlı olarak kullanmayınız. Sağlık için mutlaka doktorunuza danışınız.

Çayın faydaları

Kanser Önleyici
Yapılan araştırmalar hem yeşil hem de siyah çayların tüketilmesinin kanser riskini-özellikle akçiğer, bağırsak ve cilt kanserleri- azaltabileceğini bildirmektedir. Çayın en önemli özelliği tamamen doğal bir ürün olması ve hiçbir yapay renklendirici, koruyucu ve kokulandırıcı içermemesidir. Ayrıca, sütsüz ve şekersiz alındığı sürece kalorisi yoktur ve vücudun su dengesinin korunmasında önemli bir rol oynayabilir
Çay, genetik özellikleri belirleyen DNAyı kontrol altında tutmaktadır. . Eğer DNA doğru bir şekilde kopyalanmazsa, yanlış ve bozuk DNA elde edilir bu da genlerin genel yapısında bir bozukluğa yol açar. Bu bozukluklar da çeşitli kanserlere neden olur. Kanser riskini azaltıyor.
Çayın, flavinoid denilen anti oksidanlar açısından zengin olduğu öteden beri bilinmektedir. Bu madde de kanseri önleyici nitelik taşımaktadır.Bu da genlerin bozularak kanserli hücrelere dönüşmelerini önler.Siyah çayın bileşenlerinin antioksidan etkisinin olabileceği, kanser yapıcı hücrelerin oluşmasını engelleyebileceği düşünülmektedir
Ağır ve yağlı yemeklerden 1 saat sonra içilen çayın hazmı kolaylaştırır. Çay, vücutta metabolizma sonucu oluşan zararlı atık ve zehirli maddeleri azaltır ve yok eder. Bu olumlu etki, çaydaki (P) vitamini diye adlandırılan antioksidan özellikli fenolik bileşiklerden kaynaklanır. Çay, bu yönüyle de bazı kanserlere karşı insan vücudunu korr. Çaya rengini veren fenolik bileşikler, damar çeperlerini güçlendirir. Sonuçta damar çeperlerinin yırtılması sonucu meydana gelebilecek, başta beyin kanaması olmak üzere her türlü kanama riskini azaltır.
Siyah ve yeşil çayın, kalp hastalıkları riskinin yanı sıra mide ve yemek borusu kanseri riskini de azalttığı tesbit edildi. Havuç, ıspanak, meyve ve diğer sebzelerde bulunan anti kanserojen madde karoteni yeterli derecede almayan, sigara ve alkol tüketen ve midelerinde H pylori bakterisi bulunan kişilerde mide kanseri riski bulunuyor. Yeterli miktarda çay içen ve mide sağlığına önem veren kişilerde ise bu risk azalıyor.
Daha önceki araştırmalarda yeşil çayın içinde bulunan polifenol maddesinin, kanser tümörlerinin etrafında oluşan ve tümörleri besleyen kan damarlarını tıkadığı belirlenmişti. Yeşil çay içme alışkanlığının bulunmadığı Batıda, bu yüzden kanser vakalarının Uzakdoğu ülkelerine oranla daha fazla görüldüğü belirtildi. Günde 4-5 bardak yeşil çay içenlerin, cilt kanseri riskinden korunabileceklerini düşünen bilim adamları, cilt kanserine yakalanmış olanlara ise yeşil çayı kür edici bir ilaç olarak tavsiye edemeyeceklerini belirtiyorlar.
Diş Sağlığı
Çay, doğal olarak florür içerdiği için, diş minesini kuvvetlendirir ve ağızdaki bakterileri kontrol altında tutarak plak oluşumunun azalmasına yardımcı olur. Böylece diş eti hastalıklarına karşı koruma oluşturur. Mineral maddeler nedeniyle diş sağlığı için çay içilmesi çok önemlidir.
Kalp ve Damar Sertliği
Çaydaki kafeinin kalp ve dolaşım sistemi için hafif bir uyarıcı olabileceği ve böylece damar sertliği olasılığını azaltabileceği düşünülmektedir. Ayrıca, çayın kolesterolü bastırdığına ve kan pıhtılarının oluşmasını engellediğine de inanılmaktadır.
Dinlendirici & Konsantrasyon Artırıcı
Çaydaki kafein, konsantrasyonu, uyanık ve isabetli olmayı attırabilir, tat ve koku alma duyularını güçlendirebilir. Ayrıca, hazım sağlayan sıvıları, böbrek ve karaciğer de dahil olmak üzere metabolizmayı uyarır ve böylece toksinlerin ve diğer istenmeyen maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.
Çaydaki kafein nedeniyle çayın dinlendirici özelliği vardır. Çaya özel teanin maddesi, beynin alfa dalgaları yaymasını teşvik eder. Bu dalgalar, uyuşukluk yapmadan dinlenme özelliğindedir. Kafein, sinir sistemini uyarır, damarların genişlemesini, kan devrinin hızlanmasını sağlar. Çay içenlerde zihin açıklığı olur. Ders çalışırken, kitap okurken verimliliği artırır.'
Diğer Faydaları
Çayın, vücuttaki zararlı maddeleri yok eder.
İshali durdurur.
Böbreklerin daha iyi çalışmasını sağlar.Çaydaki teobromin ve teofilin maddeleri de idrar sökücü özelliğe sahiptir. Böbreklerin düzenli çalışmasını sağlar.
İçerdiği mineral maddeler nedeniyle vücuttaki mineral madde dengesinin kurulmasında sudan çok daha etkilidir.
Çay banyoları, sıcak çay emdirilmiş temiz tülbent veya pamukla yapılan kompres ve pansumanlar, göz ve ciltteki bazı rahatsızlıkları giderir, dış derideki hemoroid memelerini küçülttüğü ve ağrıları dindirir.

Çayın tarihçesi

Yaygın bir efsaneye göre, büyük Çin İmparatoru Shen Nung’ın hizmetlilerinden biri bahçede su kaynatırken bir yaprak kaynayan suyun içine düşer.. Kokusunu beğenen imparator, tadını da denemek ister ve çay o gün bugündür insanoğlunun vazgeçilmez dostu haline gelir.Çay, yüzyıllardır süregelen bir gelenektir. Her türlü gizeme tanıklık eden Doğu’nun dünyaya bir armağanı o… Çay, dünyada sudan sonra, en fazla içilen ve içme alışkanlığı gittikçe artan bir bitki olarak 5000 yıllık bir geçmişe sahiptir Çay konusunda ilk geniş çaplı araştırma M.S. 733-804 yılları arasında yaşayan Lu Yu'ya aittir. "Çay Kitabı" adlı eserinde, çay hakkında; üretiminden tüketimine, sistemli ve kapsamlı bilgi vermektedir. Böylece çay üretimi ve tüketimi daha da yaygınlaşma imkânı bulmuştur. Avrupa’nın bu gizemli tat ile buluşması 17. yüzyılda gerçekleşir. İngilizler, sağlık ve zindeliğin sunulduğu bu sıcak içeceği o kadar çok benimserler ki, bunu bir yaşam tarzı haline getirirler adeta. Yaydığı koku imparatoru etkiler 18. yüzyılda da bugün dünyanın en büyük çay yetiştirilen bölgesi sayılan Assam ve Seylan Adası’nda çay bahçeleri oluştururlar. Üretilen bu çayları Avrupa’ya hızlı olarak taşımak için de, süratli yelkenliler yaparlar. Türkiye’nin çayla tanışması 1787 tarihinde, Japonya’dan getirilen çay tohumlarının ekilmesiyle başlar. Bursa civarında gerçekleşen ilk ekim çalışmaları iklim şartlarının olumsuzluğu nedeniyle başarısızlıkla sonuçlanır. Buna rağmen, Türk insanı, çayı çok sever ve günün her saatine, her mekanına taşır.Türkiye'nin Çay Konusunda Dünya Üzerindeki Yeri:Çay tarım alanlarının genişliği bakımından üretici ülkeler arasında 6. sırada,Kuru çay üretimi bakımından üretici ülkeler arasında 5. sırada,Yıllık kişi başına tüketim bakımından dünya ülkeleri arasında 4. sırada yer almaktadır.Dünya Üzerinde Çay İki Çekilde Tüketilmektedir:%75 siyah çay diye tabir edilen fermente edilmiş çay,%25 yeşil çay diye tabir edilen fermente edilmemiş çaydır.Dünya'da en çok tüketilen alkolsüz içecek çaydır.
Bugün dünyanın yarısı “tee” veya “tea” diye adlandırır çayı, diğer yarısı ise “çay” der.
Çin'in Amoy lehçesinde “tay” olarak söylenen t'e dönüp dolaşıp Cava üzerinden Hollandalılar tarafından Avrupa'ya taşınmış. Yani, çayı deniz yolu ile getirenler “t'e” deyişini de taşımışlar Avrupa'ya.Ancak 1917 yılında, zamanın Halkalı Ziraat Mektebi Alisi müdür vekili ve botanikçi olan Ali Rıza Erten yapmış olduğu teknik çalışmalar sonucunda 16.02.1924 tarihinde Rize’de çay yetiştirilmesi için meclisten onay alır ve günümüz çay üretiminin temelleri bu şekilde atılmış olur. 1947’ de kurulan ilk fabrika ile üretim hızlandı. Geç bir buluşma olmasına karşın, Türk insanı, çok sevdi çayı ve günün her saatine, her mekanına taşıdı bu sıcacık içeceği… Dünya üzerindeki tarihiyle kıyaslanınca Türkiye’nin çayla tanışmasının geç bir tarihe denk geldiği görülmektedir.
Oysa, Kanton'da “chah” olarak söylenen ch'a bir yandan Japonya'ya, diğer yandan da Hindistan, İran ve Rusya'ya öylece taşınmış ve biz de dahil olmak üzere bu ülkeler “çay” demişler. Yani, karadan kervanlarla çayı doğu ve batıya taşıyanlar “ça” deyişini tanıştırmışlar tüketicilere.
Türkler'in Orta Asya'da çayla tanışmış olduklarını gösteren kanıta Türkler arasında çayı ilk içen Türk olarak tanıtılan Hoca Ahmet Yesevi hakkındaki hikayelerde rastlanır.
Bakın ne yazmış Fevakihü'l-Cülesâ adlı eserinde Abdül'l-Kayyûm Nâsırî :
“Hoca Ahmet Yesevi, birgün Hitay Sınırında Türkistan karyelerinden birine misafir oldu. O gün hava çok sıcak olduğu için, Hoca, eşeğine binerek katettiği uzun mesafeden yorulmuştu. Evine misafir olduğu çiftçinin hanımı tesadüfen tam bu sırada çocuk dünyaya getirmek üzereydi; bu yüzden çiftçi, Hoca'nın bu hususta duasını diledi. Hoca bir dua yazdı, kadının beline bağladılar, hemen istediği oldu. Hanımının kurtulmasından dolayı çok memnun olan çiftçi, çay kaynatıp getirdi. Hoca çayı sıcak sıcak içince terledi, yorgunluğunu giderdi; sonra ‘bu şifalı bir şeymiş, hastalarınıza bundan içirin ki şifa bulsunlar. Allah, kıyamete kadar buna revaç versin !' diye dua etti.”
. Almanya'da 1. Dünya şavaşına kadar çay için kullanılan Thee kelimesi, savaştan sonra ise Alman hükümeti “h”yı sallayınca Tee oluverdi. Nedense Tibetliler her iki akımdan da farklı olarak Boe'ja diyorlar çaya.
Bir de gariptir ama İtalyanlar çaya “cia” ve “te” diye iki ad vererek orta yolu bulmuşlar bile.
Avrupalıların çayı 16. ve 17. yüzyıllarda ancak tanıyabilmiş olmaları, Haçlı seferleri boyunca Avrupa ordularının Anadolu ve Ortadoğu'da çayla karşılaşmamış olduklarını gösterir. Arapça'da Shai, Hindistan'da Chaaya, Çek Cumhuriyeti'nde Cay, Japonya'da Cha veya Ocha, İran'da Tzai veya Chai, Portekiz'de Chà, Danimarka'da Te, Hollanda'da Thee, İspanya'da Té, Fransa'da Thé, İsrail'de Tae ve Endonezya'da Téh diyorlarOralarda çay vardı da onlar mı içmedi ? Demek ki ne Anadolu'da ne de Ortadoğu'da çay bilinmiyordu.
Kahve ülkesi olarak bilinen Türkiye'de ne oldu da insanlar çay tüketir oldu ?
Önce Doğu Karadeniz Bölgesinde çay tarımı başarılı olunca yerli mahsul çay ithal çaydan çok daha ucuza pazarda yerini aldı. Çay, elitlerin içeceği olmaktan çıkıp halk içeceği oldu.
Çayın, Türkiye'de yaygınlaşmasının ikinci halkası İkinci Dünya Savaşı sırasında oldu. Kahve ithalatı yapılamayınca kahve yerine çay içme alışkanlığı oluştu. Üçüncü halka ise 1979-80 yıllarında Türkiye döviz transferi yapamadığından ithalat yok denecek kadar azaldığında oldu. Tabii, kahve de diğer yoklukların yanında nasibini aldı.
Denilebilir ki 1979-80 ithalat krizi sırasında kahve tiryakilerinin bir kısım Nescafe'ci gerisi ise çaycı oldu.
Tabii, yukarıda anlatılan tüm zamanlar boyunca çayın kahvaltılarımızdaki yeri hep aynı kaldı. Değişiklikler hep gün boyunca içme alışkanlıklarında oldu.
Sonuçta, 2002 yılında Data Monitor adlı kuruluşun raporuna göre Türkiye kişi başına yıllık çay tüketiminden 2,3 kg ile dünyada birinci sıraya yerleşti. İkinci İngiltere 2,2 kg ile, üçüncü ise Hindistan.
İşte, çok değil, 70 yıl öncesine kadar kahvede dünyada bir numara olan toplumumuz şimdi çayda birinci konumda. Bir de gelenekçi derler Türk toplumuna. Hani nerede gelenekçilik ? Çok değil iki nesilde kahvecilikte birincilikten çaycılıkta birinciliğe. Hele Avrupa Topluluğuna girme ödülü uğruna daha hangi alışkanlıklarımızı fazla zorlanmadan değiştirebileceğiz. Bundan benim hiç kuşkum yok. İşte çay bunun ispatı.
Türkiye'de çay konusu, gazete ve dergilerde işlenirken telif eser kaynakları olmadığından olsa gerek gazeteciler kaynak olarak yabancı dergi ve kitapları kullanmaktalar. Hal böyle olunca da iki temel yanlış sürekli tekrar ediliyor.
Birincisi, çay kaşığı konusunda. Batılı kaynaklarda çay kaşığı denilince onlar çayı fincanla içtiklerinden fincan boyutuna uygun yapılmış bizimkinden daha büyük bir çay kaşığı anlaşılmalı. Yani kabaca bu ölçü bizim tatlı kaşığı ölçüsü oluyor. Şimdi tarifi tercüme eden arkadaşımız “bilmem kaç çay kaşığı” diye tercüme edince tarif yanlış oluyor. Oysa, “bilmem kaç tatlı kaşığı” demesi gerekir.
İkinci yanlış ise demleme süresince yapılıyor. Batılı kaynakların tamamında çayın demleme süresini “4-5 dakika” olarak bulursunuz. Bizim Rize çayını 4-5 dakika demleyip de için, göreceksiniz ki haşlanmış saman tadı verir.
Oysa, batılıların içtiği çay sadece körpe yapraklardan ve çayın anavatanı olan yerlerde yetişen çaylardan yapıldığı için demini kısa sürede salıverme özelliğine sahip. Bizimkisinde daha alttaki körpe olmayan yapraklar da toplandığından dem süresi uzuyor.
Biraz da yetişirken soluduğu havadan ve içtiği sudan olsa gerek.
Ülkemizde çay tiryakileri çayın buruk tadını da genzinde hissetmek istiyor. Batıda buruk tada ulaşmış çay makbul değil. Onun için biraz da dem süresi buruk tada erişmek için uzatılıyor ve onların 4-5 dakika süresi bizim çayımızın ve geleneklerimizin farkı dolayısıyla 10-15 dakikaya çıkıyor. Fakat, gazetecilerimiz hala çay konusunu işlerken 4-5 dakika dem süresi öngörüyorlar. Bu yanlış.
Bizde bir de “tavşan kanı” deyimi vardır. Çayın “tavşan kanı” olması istenir. Tavşanın kanını kim görmüş, kim incelemiş de kuzu kanından farkını ortaya koymuş bilemiyorum. Taşıdığı sembolik anlam olarak bazıları bizdeki “kan kardeşliği”, “kanı kaynamak”, “delikanlılık” ve “kanın ısınması” gibi deyimlerin devamı olarak niteler. İnce belli cam çay bardaklarından tavşan kanı çayı sohbetle içenlerin tavşan uysallığına kavuşacağını umarlar. Ne de olsa tavşan uysal ve huzurlu bir hayvan, kurt, çakal gibi yırtıcı özelliklere sahip değil.
Tabii bunun tersi için de bir deyim var dilimizde. Çay tatsız, bulanık, rengi bozuk ve yeterince sıcak değilse çaycıya şöyle sitem edilir : “Ne bu yahu ! İmamın abdest suyuna benzemiş.”
Liselerde yapılmakta olan çay partileri aklıma geldi. Aslında, şimdi bu partilerde çaydan başka herşey içiliyor ama adı yine de “Çay Partisi”.
Bu geleneğin, İstanbul'daki Amerikan kolejlerinde başlatıldığı söylenir. Bebek'teki Robert Kolejinde okuyan erkek öğrenciler ile Arnavutköy'deki Amerikan Kız Kolejinde okuyan kızları birbirlerine tanıştırmak amacı ile yılda bir kez bir okulda, bir kez de diğer okulda çay partileri yapılırdı.
Çay, ramazanda iftartan sahura kadar gün boyu susuz kalan vücudu sulama görevini üstlenir. İftardan hemen sonra yakılan sigaralar tiryakilere ilaç gibi gelirken akabinde başlayan çay servisi de vücuda su ve dolayısıyla da canlılık getirir.
Belki de ramazanlarda oluşmuş olan bu geleneğimizin devamıdır son zamanlarda kebapçılarda başlamış olan yemek arasında çay servisi. Bir yandan içki yanında mezeler çatal ucu yapılırken arada çay gelir masaya, ama mutlaka ince belli bardakta.
Hatta sadece kebapçılarda değil çayın içki masasına gelişi, Beyoğlu'ndaki meyhanelerde de başladı.
Kültürümüzde bir de “çayda çıra” vardır. Bunun çayla bir ilgisi yoktur. Elazığ yöresinde kına gecelerinde oynanan bir folklorik oyunun adıdır.
Derler ki Elazığ yakınlarındaki Harıngit Çay'ı kenarındaki bir çayırda bir köy ağası kızını evlendirirken birden ay tutulmuş. Konuklar bunu uğursuzluk sayınca, oğlanın anası bütün mumları toplatıp ve tabaklara dizerek alevlendirmiş. Oynayan kızların ellerine vermiş bu tabakları. Karanlıkta oynanan bu ışıklı oyun herkesi coşturmuş ve uğursuzluk dedikoduları da bitivermiş. O gün bugün bu oyun kına gecelerinde oynanır olmuş. Yani bizim bu kitapta ele aldığımız içilecek çayla ilgisi yok “çayda çıra”nın fakat “akarsu” anlamına gelen çay ile ilgisi var.
Her ne kadar hepimiz lafa gelince “dünya kardeşliği”, “hepimiz insanoğluyuz” nutukları atıyorsak da pratiğe inince bunun böyle olmadığının farkına varıyoruz. Sanki, insanın nedense hamurunda birleşme yerine farklılaşma baskın çıkmakta. İnsanlar bir kültüre ait olmanın tatminini yaşamak istiyor. “Ben bunu böyle yaparım çünkü bizimkiler böyle yapıyor” diyor. O zaman onun gibi yapmayanlar “Öteki” oluyor. Ve bu böyle yüzyıllardır binyıllardır sürüp gidiyor.
İnsanoğlu, bundan haz duyuyor ve bize de hayıflanarak kabul etmekten başka bir şey kalmıyor.
Kimileri buna “kültürler mozaiği” diyor, olumlu kabul ediyor. Kimi de “Kültürlerin çatışması” diye niteliyor ve “dikkat” diyor.
1670 yılında, biraz atmosfer dışına çıkıp da dünyaya bakmış olsaydık şunu görürdük.
Bir yanda Yahudiler ellerinde banknotlar … hapasa sayıyorlar. Hıristiyan alemi … ellerinde şarap kadehleri. Öte yanda Müslüman kavimleri bir elde cezve diğer elde kahve fincanı … ve höpürdetilerek içilen bol köpüklü kahve. İşte, burada biraz mola verelim. Çünkü çaya geldik.
Budistler de kendi inanışlarının sanki farklılığının simgesi olarak bir elde çaydanlık diğer elde çay bardağı.
Şimdi ise durum iyice karışık. Fakat temel farklılıklar hala devam etmekte. İslam alemi, kahveden daha çok çay içer oldu. Amerika, şarabın yanısıra buzlu çay ve filtre kahve içmeye başladı. Avrupa, şarabın yanısıra sütlü çay ve espresso içiyor. Uzakdoğu'da hala ezici bir biçimde çay eski durumunu koruyor. Ama Hintliler, İngiliz kültürünün izleri hala üzerlerine yapışmış halde çayı sütle içiyor fakat diğer Uzakdoğulular sütsüz içiyorlar çayı.
Şunlar çaya nane, şunlar kakule katar, şunlar yeşil, şunlar siyah çay içer derken birden bir fast food dalgası gelip bütün bu karman çorman fakat farklılıkların yarattığı ufacık mozaik tanelerinden yapılmış tabloya bir tokat atıyor ve mozaiklerin çoğu yerlere saçılıyor. Bazıları tek tük yerden topladıklarını yeniden yerlerine yapıştırmaya çalışıyor ama nafile …
İşte, bu tokat fast food furyası ile gelen kolalı meşrubat salgını.
Bugün kola, insanoğlunun milliyet, din vs. farklılıklarını ortadan kaldırıp zenginini de fakirini de bir kılıyor.
Ben, burada kola bezirganlığı yapmayıp konuyu çaya bağlayacağım.
İşte, çay da böyle. Kahveci toplumları da altedebilse çay, hem zenginin hem fakirin hem her dinden hem her milliyetten sonuç olarak tüm kültürlerin müşterek paydası olma yolunda koladan önde.
Şimdi, şu anda elinizde bulunan bu kitap size artık evrensel bir içecek olan çayı tanıtmak amacıyla yazıldı. Ama bu kitapta ayrıca kendimize bir çay içimlik ayırabileceğimiz keyif ve sohbet vaktini - özellikle içinde bulunduğumuz “modern” toplumun belki de insanın varoluş gayesini saptıran gaddar temposunda – ne kadar boşverdiğimizi hatırlayacaksınız ve belki de bu satırları okurken çaydanlığınıza taze suyu koyup altını yaktınız bile …
Kitabın bu giriş bölümünü kapatmadan önce çayınızı içip bitirdiyseniz size bir çay falı bakmak istiyorum. Çay falı İngiltere'de çıkmış ve 20. yüzyılın başından ortalarına kadar, salgın halinde çay partilerinde bayanlar arasında yaygınmış.
Çay falına bakmak için çayın mutlaka sütlü çay olması, çayın fincana süzülmeden koyulması ve fincanda bir çay kaşığı tortu kalıncaya kadar içmiş olmak gerekiyor. Sonra fincan tabağının üzerine ters çevrilip kapatılıyor. Daha bitmedi … fincan tabağın üzerinde – havaya kaldırılmadan – üç kere saat yönü tersine çevriliyor. Sonra fincan ele alınıp içine bakılıyor. Tortuda sütün içinde kalan çay parçacıklarının yarattığı şekillere anlam vererek bir şeyler söyleniyor.
Örneğin şu anda benim size söylediğim gibilerden :
Üç vadede, hafta mı, ay mı, yıl mı desem, Size bir yol gözüküyor. Sonunda ışık var ve de koca bir balık. Balık da nesi demeyin. Büyükçe bir kısmet görünüyor. Eh hayırlı olsun. Yine iyisiniz. Falda da olsa malı götürdünüz yine, köşe oldunuz, köşe !

Çay nedir?

ÇAY NEDİR ?

İlk çay biraz keyif, biraz da tıbbi nedenlerle içilmiş,çay içerek zihni uyanık tutmak, binbir derde deva özelliklerinden yararlanmak hep söz konusu edile gelmiş. İşin güzel ve şaşırtıcı yanı ise, çayın sıcak bir içecek olmanın ötesine geçmesiyle başlıyor. Önce Çinliler, daha sonra çayı onlardan altıncı yüzyılın sonuna doğru aldıkları söylenen Japonlar, kendi dini ritüellerine ve eskiden beri törensel olan yemek adabına uygun düşen bir çay içme töresini geliştirmişler. Dünya üzerinde milyonlarca kişi gün boyu çay içerken bunu sıradan bir iş gibi yaparken, Japonlar ve Çinliler, buna derin bir anlam yüklüyor. Avrupa ' da 17. yüzyıldan beri bir keyif maddesi olarak bilinen çay, 19.yüzyılda tüm Kuzey Denizi civarında, bir halk içeceği haline gelmiştir. Tüm dünyada, toplumsal yaşamda oldukça önemli bir yer tutan çayı, hintliler süt ve şekerle, Kuzey Afrikalılar yeşil çayı taze nane ile lezzetlendirirler. Çay kültürü her ülkede farklı yorumlanmaktadır.Keşfedildiğinden bu yana çayın,sağlığa yararlı birçok yönü olduğu düşünülmüştür ve modern araştırmalar da yüzyıllar boyu ileri sürülenlerin doğru olduğunu göstermektedir.Çayın en önemli özelliği tamamen doğal bir ürün olması, kokulu çaylardaki çiçek, meyve veya baharatlar hariç hiçbir yapay renklendirici, koruyucu ve kokulandırıcı içermemesidir. Ayrıca sütsüz ve şekersiz alındığı sürece kalorisi yoktur ve vücudun su dengesinin korunmasında önemli bir rol oynar.Çay doğal yapısında florür içerdiği için diş minesini kuvvetlendirir ve ağızdaki bakterileri kontrol altında tutarak plak oluşumunu azaltır,dişi diş eti hastalıklarına karşı koruma oluşturur. Yapılan araştırmalar, hem yeşil hemde siyah çayların tüketilmesinin kanser riskini-özellikle akciğer,bağırsak ve cilt kanseri-azaltabileceğini göstermektedir. Siyah çayın bileşenlerinin antioksidan etkisinin olabileceği, kanser yapıcı hücrelerin oluşmasını engelleyebileceği düşünülmektedir. Geçtiğimiz yıllarda yapılan çeşitli araştırmalar çayın kalp hastalıkları, felç ve tromboza karşı olası etkilerini göstermektedir. Çaydaki kafeinin kalp ve dolaşım sistemi için hafif bir uyarıcı olabileceği ve böylece arteoskleroz (Damar sertliği) ihtimalini azaltabileceği düşünülmektedir. Ayrıca çaydaki polifenollerin, kolestrolün damarlar tarafından emilmesini ve kan pıhtılarının oluşmasını engellediğine de inanılmaktadır.Çaydaki kafein, konsantrasyonu artırır, tat ve koku alma duyularını güçlendirir çayın hazım sağlayan sıvıları, böbrekler ve karaciğer de dahil olmak üzere metabolizmayı uyarır. Böylece toksinlerin ve diğer istenmeyen maddelerin vücuttan atılmasına yardımcı olur.